•Imitation Lian• Kader yolunuzu gözleriniz bağlı, gerçeği göremeden nasıl geçebilirsiniz? |
| | Irk Başvuruları | |
|
+34Jessica E. Wei Armistead Ophelia M. Rin Armistead Merceau Le Jeune Annette L'Ombre Josephine Le Jeune Rain C. Boradinskiy Marcus Le Jeune Carol Hunt Este Pennate Armistead Etáin Regan Darius Le Jeune Gerrard Maxwell Isaac Adney Maxwell Lucas Maxwell Ksenija Czekaj Ella Maxwell Minami Maxwell Searlus Armistead James C Maxwell Kubrak Aeris Beatrice Le Jeune Mika D. O'Keefe Leartes Roubanis Emilian Armistead Mystro Armistead Ojufemi d'Estaign Sona Rachel Maxwell Eliana Katniss Maxwell Lianna M. Burton Yoru Chou Ashworth Mystee Le Jeune Clara D'esmaris Alexander C. Le Jeune Haberci Ruh 38 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Çarş. Ocak 27, 2010 5:19 pm | |
| | |
| | | Leartes Roubanis Dealota
Mesaj Sayısı : 215 Kayıt tarihi : 28/01/10 Anavatanı : Yunan
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Cuma Ocak 29, 2010 6:55 pm | |
| Karakter İsmi: Leartes Eryx Roubanis Irkı: Dealota Örnek RP:
- Spoiler:
Thinkin' Sadly
St. Tropez... Kimlerine göre ahlaksızlığın ve çirkinliğin fışkırdığı korkunç bir yer, kimlerine göre ise buradaki zevkin, sefanın cennete bile tercih edilebileceği kutsallıkta ve yoğunlukta olduğu eşsiz bir kasaba idi burası. Ama Searlus'a göre sadece tek bir anlam taşımıyordu. Orası onun hayallerini kurduğu ve onları tek tek kıran bir yerdi. Ümitlerinin yeşerdiği bir yandan da onulmaz bir yara aldığı bir yerdi. Orada temellerini atmış, şimdiki varlığının oluşturmuştu. Rahat insanlarla dolu, enfes deniz kenarında geçirdiği vakitler, okulda arkadaşları ile yaptıkları haşarılıklar ve deniz, o deniz kadar güzel renge sahip başka bir su yüzeyi göremeyecekti hayatında. Gerçek bir turkuz renginin o enfes renklere sahip kumlarla tutkulu birer aşıklar gibi doyasıya öpüştüğü ender yerlerdendi St. Tropez. Orayı özlediği kadar hiçbir yeri özlemeyecekti. Özleyemezdi de. Orada tüm çocukluğu olmasa bile çocukluğunun çoğu geçmiş, ergenliğin bunalımlı heyecanlarının tadına orada varmış, en affedilmez hatalarını ve en gurur duyduğu başarılarını hep orada yaşamıştı. Özlüyordu orayı, Paris'i bile özlememişti orayı özlediği kadar. Zaten Paris'te de ne kadar zaman geçirmişi ki? Doğduğundan beri sadece sekiz yıl. Orayı tam manası ile anımsamıyordu bile. Ve oraya geri döndüğünde kesinlikle yadırgamıştı oranın kasabasına benzemeyen soğuk, şehirimsi havasını. Neşeden uzak, ihtirassız, hissiz, gri sokaklarını... Paris'e romantizmin şehri diyorlardı ama kendisi için romantizm Fransa'nın güneyinde kalmıştı. Orada kalbi korkunç kırılmıştı ama hem de çok korkunç. Eğer orada biraz daha kalsaydı kesinlikle bu toprak altında olacaktı. Oranın güzelliklerine sonsuza adar hasret kalacaktı. Oradan ayrılarak en azından görüntülerde olsun orasını görmek için kendine şans tanımış olmuştu. Sonra da Paris'in o ruhsuzluğunda yaşadığı bunalımdan kurtulmaya çalışmıştı. Çok zor olmuştu, ama bir o kadar da en kolayı buydu. Paris'in o bahsedilen masalsı tadını alamamıştı ama gene de orada hayatı bulmuştu yeniden. Kalbini kapatıvermişti zaten artık eskisi gibi olmayan. Ah o avuntunun zayıf tutkalı ile yapıştırılmış harap kalp, çevresine ördüğü zırh onu koruyabilir miydi? Yoksa daha da beter hale koyup sonra da boğup öldürebilir miydi? Dahası bunun olmasına izin vermemek gibi bir isteği var mıydı Searlus'un? Belki de acı çekmektense bir anda ölmeyi seçerdi. Hassastı her zaman ruhu, hep de öyle kalacaktı. Onun hassaslığını anck ölüm giderirdi bunu biliyrdu.
Yurttaki odasında gözlerini açtığında düşüncelerinden sıyrılmış. Sonra da gözleri Andrey'i arayarak yerinde doğulmuştu yatağında uzandığı. Öncelik olarak duşa girmesi, üstünü giyinmesi, Ian'ı arayıp sorması, onu bulamaması, sonra da beklemekten sıkılıp odadan dışarı, dahası yurttan dışarı çıkması birer şimşek hızı ile geçmiş gibi gelmişti. Kuzeni Jamie'nin ısrarla gelmesi için yalvardığı şu kamp için hazırladığı sırt çantasını kntrol etti. Hayret! Onca dalgınlığına rağmen almıştı onu da. Bir an yurda geri dönmek zounda kalacağından, sıkılacağından, çok sıkılacağından korkmuştu. Bir aydır aynı odanın duvarlarını görüyordu buraya geldi geleli. St. Tropez olmayan her yer sıkıcı ve aptalca geliyordu ona.Bu şehre sadece ziyaret amaçlı uğrayan, burada adece tatilin keyfini çıkaran Jamie bunu asla anlayamazdı. Onunla saatlerce konuştuğu neler yaşadığını anlattığı o uzun gecede bile anlamamıştı bunu. Anlaması için anlatılması yetersiz kalırdı. Dünyanın tüm dillerini toplasa, ona her dilden anlatsa o da her dilden anlasa bile asla bilemezdi bu hissi sevgili kuzeni. Ama bilseydi, ne yaşadığını gerçekten bilseydi... O zaman bir şey değişir miydi ki? Yaralatını saracak mecal bulur muydu kendinde Jamie? Ah hayır bu saçma şeyi asla ve asla ne Tanrı'dan ne de başka bir yüce varlıktan istemeye hakkı vardı. Bsoğuk, korkun, dehşete düşürecek bir bencillik olurdu. Tıpkı şu andaki hayatı gibi. Nereye gitse, nerede yaşasa yabancılık çekiyordu. Bu yüzden gerçekten yabancı olduğu yere gelmişti geçici de olsa. Okuduğu yılları uzatsa da bu ortamı bilmeli, yaşamalıydı. Gerçek yabancılarla tanışırsa belki de kendi ülkesi na eskisi kadar yabancı gelmeyecekti belki de. Bu düşünce ile üzerinde ''Taxi'' yazılı sarı bir arabaya el salladı. Araba onun tam karşısında durdu. Arka koltuğa yava hareketlerle binen Searlus asık bir suratla buyurdu. ''Yellowstone Irmağı, lütfen.''
Yellowstone River
Taksiden biraz erken inmişti. Duyduğu su sesi o kadar huzur vericiydi ki bunun tadını bir süre çıkarmak istemişti. Aklına Jamie'nin söylenerek bahsettiği amigolar geldi. Bunun nedeni amigo ya da güzel olmaları değildi. Ya da aklınıza gelebilecek herhangi diğer bir sebep... Tek sebep Ice'dı. Onun tam adını söylemese de içinden bir ses St. Tropez'de harika vakit geçirdiği turist bir Amerikalı ile aynı kız olduğunu söylüyordu onun. Özlediği yerin izlerini, güzel anılarını taşıyan bir isimdi Ice. Romantizmi ilk defa yaşadığı, ergenlik çağının ilk aşkını keşfettiği harika varlıktı o. Dahası kokusu hem Amerika hem de St. Tropez kokusuydu. Sadece bir yaz boyu sürse de asla kalbini kırmayan hala izlerini üzerine titreyerek koruduğu ilk aşkıydı. Onun adını duyunca tekrar heyecanlanmıştı. Tamam peki kabul ediyordu, aşkın heyecanı değildi bu artık geçmişte kalmıştı bu duygu ama bu ismi duyduğunda neredeyse çocuklar gibi sevindiğini de inkar edemezdi. Kamp yerine yaklaşırken onun sevimli ve ilerde çok çok güzel olacağını tahmin ettiği yüzünü düşünüyordu. Onunla ilk defa St. Tropez' giden bir trende karşılaşmışlardı. O yaşta bir kızın tek başına trende ne işi olduğunu merak etse de sormaya cesaret edememişti ilk başta. Kaldı ki kendi de tekti şu anda. Sıradan bir sohbet etmişlerdi. Aynı yerlere gideceklerini. Sonra bu küçük gizemli kızın ailesi ile tatil için Paris'e geldiğini, sonra da onlarla kavga edip bir trene atladığını öğrenmişti. Tüm parası ailesinde kalmıştı. Bu da bilet kesilme vakti geldiğine onun neden ortadan kaybolduğunu da açıklıyordu. Sonra aynı yerde inmişti. Hem de sanki yıllardır tanışıyormuşçasına sohbet ederek. Ardından kızın aslında nereye gideceğini bilemediğini fark etmişti. Evine davet etmişti onu akşam yemeğine. Hava kararyordu çünkü. Sonra da yemekten sonra da kalmaları için yalvarmışlardı ona ailecek. Otel parası bile olmadığını soradan öğrendiği Ice da utanmış bir halde kabul etmişti bunu. Belki de utanma kısmını yanlış hatırlıyor olabilirdi. Çünkü Ice hiç de utangaç bi kız değildi. Onlara olan biteni anlattıktan sonra onunla birbirinden harika zamanlar geirdiği bir hafta kalmıştı. Bu arada çıkmaya başlamış ve ilkleri yaşamaya başlamıştı. O zamanki aklı ile Ice'a körkütük aşık olmuştu Searlus. Sonra bu kısa süre sonra polisler Ice'ın izini bulmuştu. Onu sapasağlam bulan ailesinin aklına sanki kızlarına kızmak gelmiyor gibiydi. Bu bir haftalık aşkın bu şekilde aniden noktalanması ona biraz hüzün vermişti ama telefonuna kavuşan Ice ile sürekli mesajlaştıkları için çok da etkilenmemişti. Sonra ailesi Fransa'da kaldığı süre içerisinde sık sık görüşmüşlerdi Ice ile. Amerika'ya döndüklerinde de onlar bu sefer mesajlaşmayı soğuk ve aptalca bulduklarından mektuplaşmaya başlamışlardı. Ve iki sene önce, St. Tropez'den ayrıldığında o mektuplar da kesilmişti doğal olarak. Onun şu anki halini ancak tahmin edebiliyordu bu yüzden. Bir ara Champell Üniversitesini istediğini söylemişti çünkü.
Kamp yerine vardığında aklı karıştı. Fazla mı erken gelmişti? Jamie daha burada değildi. Diğerlerini de bir ay süre ile ne kadar tanıyabilirse o kadar tanıyordu. Bir an donuk br ifade ile oada olanlara baktı. İçlerinde biraz daha baksa belki de Jamie ya da hiç olmazsa Andrey'i görebilirdi. İçlerinden birine yaklaştı. Adının Jacqueline olduğunu hatırlıyordu. Andrey sayesinde onunla tanışmıştı. ''Bonsoir matmazel. Pardon.(İyi akşamlar bayan. Özür dilerim.) Jamie henüz gelmedi mi?'' dedi çekingence. Biraz soğuk da sayılabilirdi çünkü kızın görüntüsünden hiç hoşlanmamıştı. Ayrıca tavırları da tıpkı görüntüsü gibi çılgınca gelmişti. Fransa'da bu tür tipleri arada bir görürdü. Ama onlarla hiç muhatap olmazdı. Bu kadar bile konuşmazdı. Ama diğerlerini de tanımadığından ondan başka bilgi alma şansı da yoktu. ''Bizim tente(Çadır)i o getirecekti. J'espére(Umarım) gelmekten vazgeçmemiştir.'' Koyu bir fransız aksanı vardı. İngilizcesi aklına gelmediğinde sözcükleri fransızca söylüyordu. Jamie öyle yapmasını anlamasalar bile tahmin edeceklerini, zaten böyle oldukça da havalı da buldukların söylemişti. Yoksa yeni yeni konuşmaya başladığı İngilizce ile zor konuşmaya cesaret edebilirdi onlarla. Sonra üsünden çantasını çıkardı ve yere bıraktı. Oraya gelmekte olan kişiler bakmaya başladı. İçlerinden birini tanımıştı uzun zamandır görmemiş olmasına rağmen. ''Oh mon dieu! Ma perle. Je suis heureux ainsi de vous voir.(Aman Tanrım! Boncuğum. Seni gördüğüme sevindim)'' dedi bir çırpıda heyecanla. Ama çantasını orada bırakıp da yanına gitmeye cesaret edemezdi. Gerekli olan tüm eşyalar sırt çantasındaydı. Ve etrafındakileri de onlara güvenecek kadar tanımıyordu.
| |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Cuma Ocak 29, 2010 7:00 pm | |
| | |
| | | Mika D. O'Keefe Lian
Mesaj Sayısı : 5 Kayıt tarihi : 03/02/10 Anavatanı : Fransız
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Perş. Şub. 04, 2010 3:54 pm | |
| Karakter İsmi: Mika D. O'Keefe Irkı: Lian Örnek RP:Hogwarts rpg sitesine koyduğum bir rp'den alıntıdır. ^.^ - Spoiler:
... Ölüm dosttur bize, Korku ile baktığımız ama hep sığındığımız, Ne zaman umudumuzu kaybetsek, Ne zaman çıkmaz yola sapsak... Ve sevgilinin her elvedasında, Sığınabileceğimizi düşündüğümüz tek dosttur. ...
Ne yazık ki, ben o kalan tek dostumu da kaybetmiştim.
____________________________________
108 senedir mide bulandırıcı bir sıkıntıyla devam eden yaşamımı - eğer buna yaşam denebilirse - değiştiren kokuyu aldığımda Londra'nın yağmur damlalarıyla yıkanmış dar sokaklarından birinde yavaş adımlarla yürüyordum. İğrenç kokunun bende yarattığı ani bir refleksle kot pantolonumun arka cebine sıkıştırdığım asama uzandım ve yerinden çıkardım. Normal bir cadı olsaydım, büyük ihtimalle asamı ışıklandırırdım. Ama benim gibiler, o an benim olduğum gibi zifiri karanlıkta bile olsalar, buna ihtiyaç duymazlardı. Onlar yüzlerce metre ilerideki fısıltıyı işitir, binlerce metre ilerideki kokuyu alırlardı. Onlar... Biz... Dönüşümümü tamamlayalı 108 sene olmasına rağmen hala o lanetli sözcüğü ağzıma almayı bırakın, düşünmeyi bile sevmiyorum. Vampir. Böyle olmamın bana sağladığı faydalar umurumda bile değildi. Çünkü yaşamın insanlara sağladığı en önemli şeyi elimden almıştı. Her insanın en sonunda varacağı yer. İnsanlara göre en büyük çıkmaz... Ama onlar ne bilsinler, asıl çıkmazın ölememek olduğunu... Ah, saçmalık... Bana acı veren düşüncelerimden sıyrılıp dikkatimi kokuya verdim. Neyse ki türüm dikkatini bir yönden başka yöne çevirmekte oldukça başarılıydı.
Koku o kadar mide bulandırıcıydı ki, birkaç kere daha soluyup ne taraftan geldiğini anladıktan sonra eski bir alışkanlığım olan nefes almayı kestim. Kokunun geldiği yere doğru koşmaya başladım. Sinirlerim gerilmişti; kokuyu yayan her neyse yok edilmeliydi. Takibim sonunda oldukça büyük görünen bir ormana vardım. Son bir kere daha soludum kokuyu… Bu kadar yakınken daha da iğrençti. Ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladım ve sonunda bir açıklığa vardım. Oradaydı işte…
Bir kurtadam.
Geldiğimi gören kurtadam bana baktı ve hırladı. O da aynı benim yaptığım gibi burnunu kırıştırmıştı. 20 yaşlarındaki oğlanın bronz teniyle tezat oluşturan parlak, beyaz ve keskin görünümlü dişleri vardı. Üzerinde sadece yırtık pırtık bir kot pantolon vardı. Kaslı göğsünü kapayan herhangi bir şey giymemişti. Aslında o kadar kötü kokmasaydı, hoş bile bulabilirdim onu. Bir de kurtadam olmasaydı…
Daha önce ayın oğullarıyla karşılaşmıştım. Onlar dolunay geceleri kurtadama dönüşürlerdi. Oysa bu türle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Kurtadamların insandan devasa kurtlara dönüşebilen bir çeşit animagus olup, aralarında bir tür zihinsel bağ olduğunu duymuştum. Ayrıca kokularının vampirlere kötü geldiğini de. Gerçi bu kadarını tahmin etmemiştim…
“Burada ne arıyorsun sülük?” diye hırladı oğlan.
“O iğrenç kokunu takip ederek geldim buraya. Anladığım kadarıyla daha önce benim türümden biriyle karşılaşmışsın, yanılıyor muyum?”
“Sanane!” Oğlan gittikçe sinirleniyordu. Beni gördüğü anda sinirleri gerilmişti zaten. Bunun nedeninin sadece kokum olduğuna şüpheliydim.
“Sakin olmazsan pişman olursun.” dedim sessizce. Oysa sakin olsa da olmasa da öldürecektim onu; bu kadar kötü kokan bir şeyin varolması beni huzursuz ediyordu.
Yüzüne hiç beklemediğim muzipçe bir gülümseme yayıldı. “Benim daha önce bir vampirle karşılaştığımı tahmin ediyordun. Doğru tahmin ettin. Ancak sen bir kurtadamla karşılaşmadın daha önce sanırım…”
Sırıtışı hiç hoşuma gitmemişti. “Neden söyledin bunu?”
“Bu yüzden!” diye bağırdı ve bana doğru koşmaya başladı. O havaya sıçrarken ben asamı çıkardım ve ona doğrultup “Sersemlet!” diye bağırdım. Asamdan fışkıran kırmızı kıvılcımlar havada kurda dönüşmüş olan oğlandan sekti ve bir ağaca çarptı. Büyü işlemesi gerektiği gibi işlememiş, sadece kurtadamı yavaşlatmıştı.
Devasa kurt geriye doğru sendeledi ve beni garip garip süzdü. Nedense bir büyücüyü ilk gören kişide oluşacak bakış yoktu gözlerinde. Kurt geriye dönüp ağaçların arasına daldı. Birkaç saniye sonra oradan insan olarak çıktı ve “Hem cadı… Hem vampir… İlginç…” diye mırıldandı, düşünceli görünüyordu.
“Daha önce bir büyücüyle karşılaşmış mıydın?” diye sordum merakla.
“Evet…” dedi hüzünlü bir ses tonuyla.
Oğlana temkinli adımlarla yaklaştım ve “Anlatmak ister misin?” diye fısıldadım, nedense ona sempati duymaya başlamıştım. Herhalde kokuyu duymamak için nefes almayı kestiğimdendi.
Oğlan düşüncelerinden sıyrıldı ve “Senin gibi bir soluk benizliye hiçbir şey anlatmam!” diye hırladı.
Umudumu kesmedim. Elimi uzatıp “Mika.” dedim.
Gözlerime dikkatlice baktı. Bana saatlerce gibi gelen birkaç saniye sonra elimi sıktı. Eli elime değdiğinde irkildim. Teni o kadar sıcaktı ki…
“Chuck.”
Siyah, dalgalı saçlarımı gözümün önünden çektim ve gülümsedim, ama o karşılık vermedi.
“Eee… Anlatacak mısın?” diye sordum.
Bir süre bekledi. Sonra “Bir gün bir kızla tanıştım,” dedi, “Çok güzel bir kızdı ve aynı zamanda bir cadıydı. O, benim bir kurtadam, bense onun bir cadı olduğunu öğrendiğimde şoka uğradım, ama sevgimiz bir parça bile azalmadı. Aksine giderek çoğalıyordu. İlişkimiz mükemmel gidiyordu. Ve sonra bir gün…” Yüzüne sert bir ifade yerleşti. “Bir vampir onu öldürdü.”
Ona üzgün bir ifadeyle bakarken ne diyeceğimi bilemiyordum. “Biz… Hepimiz öyle değilizdir…” diye yalan söyledim, o an onun sempatisini kazanmak benim için en önemli şeydi. Bana birini hatırlatıyordu, sevdiğim birini… Ama kim olduğunu çıkaramıyordum.
“Ya, tabii!” diye bağırdı Chuck, elleri titremeye başlamıştı. Kızgın bakışlarını yüzüme dikti ve titremesini önlemeye çalıştı. Neden kendini kaybetmemek için bu kadar özen gösterdiğini anlayamamıştım, sonuçta ben onun için iğrenç bir sülükten başka bir şey değil miydim?
Sağ elimi kaldırdım, ince, çelimsiz görünümlü parmaklarımı titreyen koluna yaklaştırdım ve okşamaya başladım.
Tanrım! Ne oluyordu bana böyle?
Chuck irkildi ve güçlü kollarıyla elimi ittirdi. Beni şokla süzerken “Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?” diye homurdandı.
Bakışlarımı utançla kaçırdım. “Özür dilerim! Ben… O cadıyla aranda geçenler konusunda gerçekten çok üzüldüm.”
Bir süre sert sert bana baktı, sonra yavaş adımlarla dört metre gerisindeki kocaman taşa doğru ilerledi ve taşın üzerine çöktü. Düşünceli görünüyordu. Gözlerini karşısındaki meşe ağacından ayırmadan “Biliyor musun?” diye mırıldandı, “Bana onu hatırlatıyorsun...”
‘O’yla kastettiği bahsettiği ölen kız olmalıydı. Bu söylediğini olumlu mu olumsuz mu karşılamam gerektiğini kestiremedim. Belki de onda büyük bir özlem yaratıyordum. Bu söylediğine yorum yapmak yerine aklıma gelen bir soruyu sormayı tercih ettim: “Kız ne zaman öldü?”
“28 sene oluyor…” dedi sıkkınca.
28 sene mi?
“Sen kaç yaşındasın ki?”
“19.”
“Bu nasıl olabilir? Eğer kız öleli 28 sene oluyorsa, senin en az 43 yaşında olman gerekir.”
Bana oldukça bıkkın bir bakış attı ve “Kurtadamlar, kurtadam özellikleri ortaya çıktıktan sonraki bir süre boyunca yaşlanmazlar.” dedi.
Bu bilgiyi gerçekten ilginç bulmuştum, çünkü onlar – kurtadamlar – benim hayalimi yaşıyorlardı. Hayatlarından yeterli hazı alabilecek kadar uzun bir yaşam yaşayıp, huzurlu bir şekilde ölüyorlardı. Ölüm onları şefkatli kollarının arasına alıyordu. Bense ölümle bir daha barışmamak üzere küsmüştüm, ya da en azından barışmanın bir yolunu bulamıyordum. Kendine gümüş – altın kurşun sıkmak, uçurumdan aşağı atlamak, güneşe çıkmak, daha yüksek bir uçurumdan aşağı atlamak… Hiçbiri işe yaramamıştı.
“Kaç senedir yaşlanmıyorsun?” diye sordum merakla.
“Sanırım 30 sene oluyor.”
Ona olan kıskançlığımı saklayamamıştım ki, Chuck “Ne oldu?” sorusunu sorma gereği duydu.
Yumruğumu sıkarak “Siz kurtadamlar çok… şanslısınız.” dedim.
Üzerine oturduğu taştan kalkıp yanıma geldi ve “Sen… Çok garip bir vampirsin.” diye fısıldadı.
“Ne açıdan?” diye homurdandım.
“Sana vampir olmanın kazandırdığı özelliklerle gurur duyup övünmek yerine, onlardan nefret ediyorsun. Bu çok garip…”
…
Bir değerlendirme yapabilmeniz için bu kadar RP’nin yeterli olduğunu düşünüyorum.
| |
| | | Beatrice Le Jeune Dealota
Mesaj Sayısı : 72 Kayıt tarihi : 05/02/10 Anavatanı : Fransız
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Cuma Şub. 05, 2010 1:36 pm | |
| Karakter İsmi:Beatrice Le Jeune Irkı:Dealota Örnek RP:Yollandı | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Cuma Şub. 05, 2010 1:53 pm | |
| Mika; onaylandı. Beatrice; onaylandı. | |
| | | Kubrak Aeris Dealota
Mesaj Sayısı : 34 Kayıt tarihi : 05/02/10 Anavatanı : russıan
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Cuma Şub. 05, 2010 10:02 pm | |
| Karakter İsmi:Kubrak Aeris
Irkı:Dealota
Örnek RP: ''Evet'' cehennemde yıkanmış ve akşam yemeği için yine onun rüzgarında kurutmuştu saçlarını,yüreği alev alev buz tutarken açlıktan umutsuzluğunu kokladığı zarif bir liandı altındaki ''Evet'' diye çığlık atan. Öyle obur düşleri vardıki bu kızın hipnoz etmeye dahi lüzum görmemişti kubrak öylece alaşağı ederken ruhunu gıkı bile çıkmamıştı, tipik bir akşam yemeği zahmetsiz ve leziz. ''Onun huzursuzluğu,mutsuzluğu ve hatta doyumsuzluğunu emeceğim kurutacağım üstüne üstlük bundan zevk duyacağım''diyerek yutkunuyordu kızın her parça ruhunu. Hiç bir zaman empati kuramadığı bu ırkın tadına varamayacağı gibi melez doğanların önünde dahi duramayacaktı birini bile çevirmeyecekti emecek ve sömürecek gerekirse katledecekti bu onun doğum nedeniydi saf iyilik. Saf bir kötülüğün son iyiliği nihayi iyilik ebedi çözüm ama ne yazık ki karşılığında aldığı sonsuz susuzluk,ufacık tatminkar yudumlar ve cazibe..okadarki çoğu kez hipnoz etmeye dahi lüzum görmezdi kubrak sadece konuşur ve konuşurdu,ardından emer ve emdikçe büyürdü gözlerinin kızılı. İşte böyle bir adamdır kubrak çekici,tehlikeli ve zeki... | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları C.tesi Şub. 06, 2010 9:59 am | |
| Onaylandı. Kısa bir rp olmasına rağmen oldukça dolu... | |
| | | James C Maxwell Minoveil
Mesaj Sayısı : 18 Kayıt tarihi : 06/02/10
| Konu: Geri: Irk Başvuruları C.tesi Şub. 06, 2010 12:54 pm | |
| Karakter İsmi: James Cario Maxwell Irkı: Minoveil Örnek RP:
Gözünü yavaşça araladı ve gökyüzündeki bulutların içine baktı James, kaldığı yetimhanenin çatısından. Bulutların arasından ilersini görmeye çalışıyordu. "Acaba orada ne var" diye düşündü James. Vücudu bir kuş gibi kafesinden çıkıp oraya mı gidecekti, yoksa bir zebani olup yer altına mı inecekti. "Bulutlar o kadar şekilli ve güzeller ki" diye iç geçirdi ve ekledi "Sanırım orada yaşamak istiyorum". Yetimhanenin çatısına çıkmak yasaktı ama James oraya çıkmayı başarmıştı. Takım arkadaşlarını öldüren dealotarı düşündü. "Neden" diye soruyordu sadece kendine "Yaratılış neden böyle gerçekleşti. Sürekli savaş mı olması gerekiyordu. Dealotaları öldürürken lianları koruyoruz. Neden!". Derin düşüncelere daldığı anda eline doğru çevirdei kafasını James. "Hançer ve yanmış kanatlar. Bu bir lütuf mu yoksa bir lanet mi?" dedi James bu sefer sesli konuşmuştu. İngiltere'nin büyüleyici sokaklarını yukardan görmek James'e büyük bir zevk veriyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı ve James "Kimse anlamadan insem iyi olacak" dedi içinden. Gökten aşağıya doğru al bir yıldız tüm parıltısıyla kararmakta olan havayı aydınlattı. James gözünde bir değişiklil hissetti. Bu ona küçüklüğünden beri oluyordu. "Yeni bir minoveil doğdu" dedikten sonra güldü. Çatıdaki kapaktan binanın en üst katına indi ve çok fazla belli etmeden aşağıya doğru inmeye başladı. En yakın lavaboya girdi ve aynaya baktı, buz mavisi gözlerini görüyordu James. Gözlerini kullanıyordu bu onu rahatlatan birşeydi. James yavaşça lavabodan çıkıp, yatakhaneye doğru yol almıştı. Dealotalar şeytanın kızı ışığı ile yıkanmış ve tanrının lanetine maruz kalmış kişilerdi. Yatağına yattı ve düşünmeye başladı "Dealotaların olduğu bir dünyada neden Lian ve Minoveil'lar da yer alıyor. Bunun bir çözümü yok Dealota'lar yaşamalarına devam etmek için Lian ruharlını emmeliler. Başka bir yolu yok mu?" diye düşündü yatağında uzanırken James. Gerinmeye başladı, o kadar hareketsiz kalmıştı ki vücudundaki tüm kemiklerden ayrı bir ses gelmişti. Sol elindeki armaya baktı, yanan kanatlar Dealota'ları hançer ise Minoveil'i temsil ediyordu. Sürekli bitmeyen savaş iki taraftada büyük kayıplar veriyordu. James bir an bu savaş hakkında düşünmeye bırakıp, ailesini düşünmeye başladı. "Acaba kişilkleri nasıldı" diye düşünmeden edemiyordu. Gece yarısı olmuştu ve herkes uyumuştu. Tek uyanık kalan James'ti. O da gözlerini yavaşça kapayıp uykuya daldı ve tüm günü hakkında yeinden düşünmeye başladı. Gözünden bir damla yaş geldi ve uykuya daldı... | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Paz Şub. 07, 2010 2:44 pm | |
| | |
| | | Searlus Armistead NihilMinoveil
Mesaj Sayısı : 149 Kayıt tarihi : 08/02/10 Anavatanı : Nihilist bir fransız o_O
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Ptsi Şub. 08, 2010 6:42 pm | |
| Karakter ismi: Searlus (tarikata katılınca soyadı da belirlenecek) Irkı: Nihilminoveil Örne rp: (Rpde kurgu BSG kurgusu kafanız karışmasın) Biliyordu, sevgilisinin her türlü sözü onlara söyleyeceğinden emindi. Kendisini de asıl korkutan buydu. Ona güvenmediklerinden söylediklerinin doğruluğundan emin olmak isteyeceklerdi. Ve Jamie, gene iştahsızdı, üstelik hafıza kaybına uğramıştı. Eğer daha iyi durumda olsalardı onun buradan gitmesine razı olmazdı. İnsanların kendisi ile beraber onu da tutuklayacaklarını bilmeseydi, insanların arasına giderdi ona bile sormadan. Fakat kendi başlarına kalmışlardı artık. Ona bakamayacak biri değildi Searlus. Eğitimi hayatta kalmak ve yandaşlarını hayatta tutmak içindi. Doktor değildi ama onun dışında neler yapabileceğini biliyordu. Aynı şekilde, Jamie de askerdi. Güç koşullar altında savaşmak, dayanmak için yetiştirilmişlerdi. Üstelik kendisi, daha da kötü bir ortamda yapmıştı ilk eğitimini. Üstündeki kıyafetleri kontrol etti. ''Belki kaçıracağımız raptorda yiyecek buluruz.'' Ona tıka basa doyduğu zamanın iki sabah öncesi olduğunu hatırlatmak istemiyordu. Kaldı ki kendisi de hatırlamak istemiyordu. Aslında tam olarak duygusuz değildi. Sadece üzgündü, böyle durumlarda herkes, duygularını saklamak için böyle yapardı. Hem, saylon olmanın nesi yanlıştı ki? Tıpatıp insana benziyordu, onlar gibi düşünüyor, hareket ediyor, hissediyordu. Searlus, bir saylon insandı. Tamamen insan değildi ama insan gibi oluşturulmuştu. ''Güzel, sadece beni tutuklayacaklarını sanmıyordum zaten.'' dedi ona sonra da. Gene de tek başlarına idare edebilecekler miydiler bilmiyordu. ''Hadi, hazırlanalım ve gidelim.''
Ellerini yıkamış ve evden bulabildiklerini almışlardı. Bunların saylonların gözüne batmayacak şeyler olması önemliydi. Bir kaç yara bandı, biraz çikolata, biraz da su almışlardı yanlarına. Tabi Searlus, merhemi de unutmamıştı zaten küçücük bir numune olan. Yaralanabilirlerdi. Ağır olmamasını diliyordu. Jamie'nin üstüne, kendi giydiklerinden daha fazlasını da eklemişti. Kimi Jamie'ye, kimi de kendisine aitti. Hava soğuk olacaktı artık. Kış mevsimi yaklaşıyordu. Kat kat giysisiyi Jamie gibi deli sanılan birinin giymesi de sorun olmazdı. Büyük ihtimal onun saçmaladığını düşüneceklerdi. Hem böylece yanlarına aldıkları diğer şeyler de kaybolup gidecekti onların gözlerinde -ki hepsini Jamie taşıyordu zorunlu olarak-Kapıdan çıktıklarında yanlarında silah da olmasını istiyordu. Gerçi binecekleri raptorda bulabilirlerdi belki de. Dinleniyor olmamaları için içten içe dua ediyordu. Aksi halde, en baştan mahvolmuşlardı. Evden dışarı çıkmadan önce ona bir kere daha uzun uzun baktı. Öpmek istiyordu ama bunu daha sonraya bırakırsa iyi olurdu. Tabi daha sonra diye bir şey varsa. Ona ne endişelenmemesine, ne de kendisine güvenmesine dair bir söz daha etmişti. Zaten az önce söylemişti söyleyeceklerini. Gerisi sadece tekrar olurdu. Onun kolunu tuttu ve beraber dışarı çıktılar. Onun isteksiz adımlarının bir taklit mi yoksa gerçek mi olduğundan emin olamıyordu. İlk rastladıkları saylonlar apartman girişindeydiler. Tipik soruları sordular, beklendik yanıtlar aldılar. Metal kafaların ise kendilerine bir şey söylenmedikçe ya da bir insanı tek başına görmedikçe olaya karışmadıklarını biliyordu. Gene de yanlarından geçerken haddinden fazla korkuyor ama bunu duyusuz görüntüsünün ardına saklıyordu.
Sonunda binaya girdiklerinde gördü o sarışın saylonu, yanındaki kızda gözünü gezdirmişti. ''Sen, beni kurtaran saylon musun?'' demişti nazikçe. Bunu bir tuzak olarak değerlendirecekti. ''Hayır, sanmıyorum. Ama bu kıza bakarak soruyorsan bunu, seni Searlus kurtardı. O ise şimdi uyuyor.'' dedi en az onun tonundan. Kız Jamie'nin üzgün ifadesine, tepkilerine bakıp başıyla onayladı, gene tipik sorularını sordu. O da yanıtlarını aldı. Ama nedense tatmin olmamış gibiydi. ''Altı, sence biz neden insanları yok ettik? Bunu neden yaptık?'' dedi sanki bilmiyormuş gibi. ''Böyle bir soruyu sorman yanlış. Bir daha sormamalısın bence. Tanrı istedi, biz de onun emirlerini yerine getirdik. Huzuru ve barışı sağlamak, insanların rezilliklerini, kendi cinsini katletmeye kadar giden vahşiliklerini durdurmak için böyle bir şey emretmişti. Eminim onları önceden uyarmıştır da. Ama dinlemediler.'' Sarışın dişi saylon başını hayır anlamında salladı. Jamie'nin yüz ifadesini süzdü. Searlus da sevgilisinin kendisinden bu yanıtı için nefret etmemesini diliyordu. Bunlar tipik saylon sözleriydi, kendisine ait değillerdi. ''Bence onların yaşamlarını kıskandık. Baksana tıpkı onlar gibiyiz.'' dedi kız, Jamie'yı işaret ederek. Onun ellerinin üstüne tutmuştu kendi ellerini. ''Hiç farkımız yok.'' Searlus itiraz etmedi. Haklıydı bunda. Kaldı ki bir şey daha ekleyip Jamie'yi ürkütmek, kırmak istemiyordu. ''Her neyse, gecikiyorum. Zaten Jamie de yoruldu gibi görünüyor. Daha sonra konuşuruz bunu.'' dedi ona bir daha karşılaşmayacaklarını bilerek. Onun insanlar arasında yaşadığından fikirlerinin değişikliğe uğradığını anlamıştı. Ama kendisi sözde, insanlarla çok fazla muhatap olmamış, sıradan bir altıydı. Öyle davranmalıydı. Jamie'yi kolundan çekiştirerek binaya soktu. Bundan sonra hızlı olabilirlerdi. Onun kolunu bırakarak elini tuttu. ''Bu arada gerçekten öyle düşünmüyorum. Özür dilerim söylediklerim için.'' dedi sakince adımlarını hızlandırırken. Temkinli birer asker gibi hareket etmeye başlamışlardı. Dönemeçlerde durup sırtlarını duvara yaslıyor, gidecekleri yeri kontrol ediyor ve öyle ilerliyorlardı. Sonunda gemi odasına vardıklarında tam da beklediği gibi olduğunu gördü. Metal saylonlar çevrede dolaşıp nöbet tutsa da fazla durmuyorlardı orada. Nefesini tutarak neredeyse diplerinden geçen mermi kafaların uzaklaşmasını izledi. Artık duygusuzluktan arınmış tamamen korkuyla dolmuştu. Ellerinin titrediğini Jamie'nin fark etmemesini umuyordu. Gene de fark edeceğini de biliyordu. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz kapının önünde durdu ve kimlik taraması için elini yapışkan bir sıvıya yaklaştırdı. Parlayarak eline çeşitli veriler gönderen sıvı kendisini tanımlayıp içeri almıştı.
Sonunda içeriye girdiklerinde raptorların arasına dalarak görüntülerini sakladılar. ''Tanrım, çok garipti. Elimle aldığım sorgulama verileri direk beynime gitti. Sonra oraya benden bir şeyler aktığını hissettim.'' diye fısıldadı şok olmuş bir halde. Daha sonra raptora bindiklerinde de aynısı olacaktı. Üzerinde 'Pegasus' yazan çok kişilik raptoru seçti özellikle. Olayların masala uymasını istiyordu. Bunlar insanlardan alınmıştı ama saylon teknolojisi ile donatılmıştı. Sadece bir insanın bunları sürmesi neredeyse imkansızdı. Gerekn verileri gene zihni ile yolladı elini daldırdığı kıvamlı sıvı aracılığı ile. Gözeneklerinden ve sinirlerinden geliyor, gidiyordu bilgiler. ''İşte asıl şimdi, kendimi tost makinası gibi hissettim. Her neyse kabul edildik. Odanın üstü açılıyor. Bundan sonrası hemen hemen insanlarınki gibi. Direksiyon başına sen geçebilirsin yani.'' O an herhangi bir alarmın çalmasını, herhangi bir şekilde engellenmeyi beklemişti. Fakat o kadar kolaydı ki bu, saylon olmasının kaçmak için yetmesi inanılmazdı. ''Ben koordinatları gireceğim. Bunu yalnızca ben yapabilirim. Sen de uygun bir an geldiğinde atlamasını söylersin sadece.'' Az önce kimliğini kontrol ettirip aracı çalıştırdığı yöntemle koordinatları girdi. Mükemmel şekilde işleyen zihni tüm matematiksel işlemleri kusursuzca yapıyordu. İnsan olmanın kusurlarla mümkün olabileceğini o an anladı. Fakat üzülmedi. Jamie insan olarak harikaydı, kendisi de saylon olarak. İkisi de birbirilerini de kendilerini de olduğu gibi kabul etmeliydi. ''Hadi gidelim. Koordinatlar tamam, kıskançlık yok ama sanırım planlamadaki ustalığım matematiksel hesaplarda beynimin kusursuz işleyişinden kaynaklanıyordu. Her neyse bundan sonrası sana ve uçuşta seni mükemmel yapan içgüdülerine bağlı.'' Planlamada kusursuz olabileceğini biliyordu ama uçuşlarda Jamie'ninki gibi içgüdüleri olmadığından onun yarısı kadar bile edemeyeceğini iyi biliyordu. Uçuş, bazen son anda karar değiştirebilmeyi gerektiriyordu. İşte o açıdan mekanikler ne kadar zeki ve uyumlu olsalar da geri kalmış denilebilirdi. | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Ptsi Şub. 08, 2010 7:25 pm | |
| | |
| | | Minami Maxwell Minoveil
Mesaj Sayısı : 60 Kayıt tarihi : 09/02/10
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Salı Şub. 09, 2010 3:26 pm | |
| Karakter İsmi: Minami Maxwell Irkı: Minoveil Örnek RP: Clara D'esmaris karakterinden gönderilmişti daha önce. | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Salı Şub. 09, 2010 4:15 pm | |
| | |
| | | Ella Maxwell Minoveil
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 09/02/10
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Salı Şub. 09, 2010 4:48 pm | |
| Karakter İsmi: Ella Maxwell Irkı: Minoveil Örnek RP: Gönderildi. | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Salı Şub. 09, 2010 4:52 pm | |
| | |
| | | Ksenija Czekaj Melez
Mesaj Sayısı : 96 Kayıt tarihi : 09/02/10 Anavatanı : Rus
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Salı Şub. 09, 2010 5:03 pm | |
| Karakter İsmi: Ksenija Czekaj Irkı: Melez Örnek RP: Umm... Ojufemi d'Estaign karakterimin rplerini örnek olarak göstersem^^ | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Salı Şub. 09, 2010 5:05 pm | |
| | |
| | | Lucas Maxwell Minoveil
Mesaj Sayısı : 10 Kayıt tarihi : 19/02/10
| Konu: Geri: Irk Başvuruları C.tesi Şub. 20, 2010 11:02 pm | |
| Karakter İsmi: Lucas Maxwell. Irkı: Minoveil. Örnek RP: Güneşli bir gün..Yine erken kalkmıştı.Güneş gözlerine vurduğu an göz kapaklarını indirmesi gecikmedi.Uyumayı severdi ve erken kalkmak zorunda olmaktan nefret ediyordu.Söylenerek kalktı ve yalnızca bir kaç metre kadar uzaklıkta olan Gerrard'ı uyandırmak için ona doğru yürüdü.Başında dikilip çatlak bir sesle arkadaşını uyandırmaya çalışıyordu. "Gerrard, hadi uyan artık!". Bir kaç kez daha tekrar ettikten sonra sağ elini havaya kaldırdı ve son kez seslendi arkadaşına. "Uyanmazsan kötü olacak ama!". Yine aldırmayan arkadaşı kendi kaşınmıştı.Kaldırdığı elini sanki bir düşmana vuruyormuşcasına arkadaşının midesine sertçe indirdi. "Ah ! Lanet olsun Lucas ! Aklından ne geçiyor beni öldürmek mi istiyorsun !". İnleyen arkadaşı sonunda kalkabilmişti.Bunu yapmayı sevmiyordu fakat böyle yapmazsa uyanmıyordu Gerrard. "Her sabah aynı tantana.". Söylene söylene banyoya girdi.Musluğu sonuna kadar açtı.Buz gibi suyun altında uyanmaya çalışıyordu.Su vücuduna her değişinde biraz daha rahatlıyordu.Arkadaşı kahvaltı hazırlamaya başlamıştı bile.Suya arkasını döndü ve kendini bıraktı..
Akşama doğru yetimhaneye dönüyorlardı.Açık havayı doyasıya soluyordu Lucas.Elleri cebindeydi, hafif baygın bakıyordu bugün.Çok çalışmaktan bitkin düşmüştü.Gerrard biraz sağında onunla birlikte yürüyordu.Arkadaşının yüzüne baktığında onun da yorgun olduğunu rahatça anlayabiliyordu.Köprüye kadar geldiklerinde gün batımının enfes görüntüsüyle karşılaştı.Müthiş bir şölendi bu adeta. "Ben biraz kalacağım.Sen git istersen Gerrard.". Arkadaşını yetimhaneye yolladıktan sonra artık istediği kadar bu görüntünün keyfini çıkartabilirdi.Ellerini köprüye paralel bir şekilde neredeyse beline kadar gelen duvara koydu ve kafasını kaldırdı.Burada saatlerce bekleyebilirdi.En iyi bu şekilde düşünebiliyordu.Çünkü burada yapayalnızdı.Çünkü endişelenmesi gereken hiç bir şey yoktu buradayken.Ailesini düşünmeye başladı.Acaba nasıl insanlardı ? Bu soru her zaman aklından geçiyordu fakat, bunu düşünmemeye gayret ediyordu..
Yatarken açık tavandan yıldızları seyrediyordu. "Ne güzel yıldızlar." O yıldızlar gibi olmayı istiyordu.Bu kirli dünyadan kurtulmak, bu savaşın içinden çıkmak istiyordu. "Neden ben ?" Uzun süredir sadece yıldızları izliyordu.Düşünürken zaman çabuk geçmişti.Artık uykusu gelmeye başlamıştı.Göz kapaklarını açık tutmakta zorlanıyordu.Uykuya dalmadan önce kafasını çevirip arkadaşına baktı.O da yıldızları izliyordu.Göz göze geldiler, hafif sırıttı Lucas.Yavaş yavaş her şey kararmaya başlamıştı..Artık uykuya dalıyordu, bilinci kapanıyordu... | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Paz Şub. 21, 2010 3:38 pm | |
| | |
| | | Isaac Adney Maxwell Minoveil
Mesaj Sayısı : 80 Kayıt tarihi : 21/02/10 Anavatanı : İngiltere
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Paz Şub. 21, 2010 7:43 pm | |
| Karakter İsmi: Isaac L Maxwell Irkı: Minoveil Örnek RP:
Güneşin doğuşu etkisini gene gösteriyordu dünya üzerinde. Çiçeklerin güzelliği ortaya çıkıyor, akşamdan kalan kasvetli ortamın yerini bir umut alıyor, kaybolan ruhlar yeni bir ışık görüyor, gecenin derinliklerinde oluşan ıslaklık yerini kuruluğa bırakıyordu. Her sabah yeni bir başlangıç gibi başlayıp, yerini aynı şeylere bırakıyormuşçasına lanet okuyordu bir yandan dünyaya. Her yeni gün bir öncekinin tekrarıydı sanki, hayat monotonlaşmaktan yorucu bir hale gelmişti. Her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaşmak, yaşlanmak. Bu aciz birşeydi, ölümden korkmak. Herkes bir gün ölecekti, ama zamanının belli olmamasıydı belki insanları korkutan. Her an ölebilme riski vardır hayatta, hiçbir şey yapmadan otururken bile vücudunuza nefes alırken giren bir virüs hayatınızı elinizden alabilir. Tüm bu düşüncelerin içinden ayağa kalkan Isaac, biraz saçmaladığının ama bir yerde kendince doğru olduğunu hissetmişti. Yavaşça doğruldu, eskiyen bedeninin tüm kemiklerinin bir kez yerinden oynadığını hissetti. Kafasını kaldırdı ve lavaboya doğru yol aldı. Yüzünü yıkadı ve kendi yüzüne baktığında vücudundan daha eski bir şeyi varsa o da yüzüydü kendine göre Isaac'in. Yorgundu fakat mutluydu, hayata yeni başlamayı düşündü, sıfırdan başlamak. Hiçbir şey bilmeden, "Çok zor" diye iç geçirdi ve yatağına doğru geri gitti. Yatağa oturdu yavaşça ve "Sıfırdan başlamak... Eğer şu anda sıfırdan başlama şansım olsaydı ne yapabilirdim. Kararım ne olurdu, bir bunak olarak ölmek mi yoksa tekrar hiçbir şey bilmeden başlayıp, tüm hayatı yeniden yaşamak mı. Yorgunum, aynı şeyleri bir daha yaşayamayacak kadar yorgunum, ruhum halsiz durumda..." | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Paz Şub. 21, 2010 8:05 pm | |
| | |
| | | Gerrard Maxwell Minoveil
Mesaj Sayısı : 4 Kayıt tarihi : 19/02/10
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Ptsi Şub. 22, 2010 3:07 pm | |
| Karakter İsmi: Gerrard Maxwell Irkı: Minoveil Örnek RP:
Kıpkırmızı gözlerle aynaya bakıyordu, hiç hali yoktu. Gerrard uyuması gerektiğini biliyordu ama yine o kabusu görmekten korkuyordu. Artık bıkıp usanmıştı, canına tak etmişti! Her gece yatıyordu gözlerini kapadığında yine o anlam veremediği tuhaf rüya.. Ama vücudu kontrolü ele geçirmişti ve yapacak pek bişeyi yoktu yine yatağına gidicek uyumamak için direnicek ama yine uyuyicaktı. Öylede oldu Gerrard daha şimdiden terlemişti. Yavaş yavaş yatağına yöneldi, ağır ağır hareket ediyordu aklınca ne kadar geç yatsa o kadar iyiydi. Yatağa uzanıp pikesini çekti. Yavaş yavaş gözlerini kapattı. Uyuyordu artık.. İşte rüya başlamıştı. Gerrard sonu olmayan bir ormandaydı. Ormanda hiç hayvan sesi yoktu ve güneş dalları arasından kendini göstermek istesede uzun kavak ağaçlarının yaprakları buna izin vermiyordu. Tek duyduğudu ses kavak ağacını yapraklarının rüzgarla beraber çıkardı o sakinletici sesti ama bu ses onu hiç sakinleştirmiyordu. Ses kesildi.. Ama yeni bir ses biri konuşuyordu. Gerrard bu ormanda yalnız olmadığı için mutlu olmuştu. Ses yakından geliyordu ve şöyle diyordu. Genç Minoveil gel ve kaderini yaşa.. Gerrard sese doğru yöneldi ve manzara karşında şok olmuştu. Terlemeye başladı ve rengi iyice solmuştu. Ses ormanın kalbi olan gövdesini 16 yetiştin Minoveil'in sardığı Büyük Çınardı. Gerrard kendini biraz daha toplayarak Büyük Çınar'ın yanına gitti. Büyük çınar ona şöyle dedi: Gerrard şimdi sana anlatacaklarımı kimseyle paylaşmayacaksın! Gerrard evet anlamında başını yukarı aşağı salladı ve gözlerin kaptım açtı. Çınar şöyle devam etti. Bak Gerrard bir gün gelecek ve göreve katıldığın günlerden bir gün bu ormanda olacaksın. Görev için arkadaşların ormanın diğer bölümlerine dağılmış olacak, sende arkadaşların gibi ormanın bir köşesinde Deolota yakalamak için tetikte olacaksın. Bir Deolota göreceksin ve gördüğünde güç kazanmak için boynundaki iğdeden yapılmış kolyeyi sıkmak için davrandığında kolyenin boynunda olmadığını fark ediyorsun ve Deolota üstüne gelmeye başlıyor... | |
| | | Haberci Ruh Oyun Yöneticisi
Mesaj Sayısı : 246 Kayıt tarihi : 08/01/10 Anavatanı : Mehventep
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Ptsi Şub. 22, 2010 3:26 pm | |
| | |
| | | Darius Le Jeune Dealota
Mesaj Sayısı : 8 Kayıt tarihi : 22/02/10
| Konu: Geri: Irk Başvuruları Ptsi Şub. 22, 2010 8:48 pm | |
| Karakter İsmi: Miyavi Le Jeune Irkı: Dealota Örnek RP: Yollandı. | |
| | | | Irk Başvuruları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|